Deve Hakkında Bilgi

| 29 Mayıs 2009 Cuma

Deve, devegiller (Camelidae) familyasının Camelus cinsini oluşturan iki evcil hayvan türünün ortak adı. Develer yük çeki ve binek hayvanı olarak kullanıldığı gibi, yünü, sütü, derisi ve eti için de beslenir. Yalnızca evcil türleriyle tanınan bu hayvanların yabanıl atalarından bu yana pek az değişikliğe uğradığı sanılmaktadır.


Devenin iki türü Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran, Suriye, Arabistan gibi Güney Asya ülkeleri ile Afrika’da yetiştirilen tek hörgüçlü deve (C. doremedarius) ve Orta Asya’da yetiştirilen çift hörgüçlü deve (C. bactrianus) dir.



Özellikleri

En belirgin özellikleri hörgüçlerinde yağ depolayabilme yeteneği olan bu hayvanların uzun bacakları, yumuşak yayvan iki toynaklı ayakları kumda ya da karda yürümeleri kolaylaştırır. Aynı yandaki bacaklarını birlikte kaldırarak kendilerine özgü bir biçimde koşarlar. Ayrıca iki sırada üç tane koruyucu kirpikleri, tüylü kulak delikleri gereğinde kapanabilen burun delikleri, keskin görme ve koku alma duyuları da kum fırtınası gibi elverişsiz çevre koşullarına uyum sağlamalarına yardımcı olur. Gövdelerini örten iki tip kıldan alttaki ince ve kısa olanlar bazı yumuşak ve dayanıklı kumaşların yapımında kullanılır. Genellikle çökerek dinlendikleri ve bu konumdayken yüklendikleri [için] gövdelerinin yere değen bölümlerinde nasırlaşmış deri katmanları oluşmuştur.

Üreme

İyi bakılan ve eğitilen develer aslında uysal hayvanlardır; ama çiftleşme (Aşım) mevsiminde hırçınlaşır ve kızdırıldıklarında tükürür, tehlikeli biçimde ısırır ya da tekme atarlar. Ayrıca tek hörgüçlü türün erkeği kızdığı zaman ağzının yanından yumruk büyüklüğünde kırmızı renkli ve içi hava dolu sümüksü bir kese (kızgınlık kesesi) çıkarır.

Yaşam şekli ve Beslenme

Develer güç iklim koşullarına dayanıklı az besinle yetinebilen hayvanlardır. Gerektiğinde dikenli bitkiler ve kuru otlarla beslenebilir. Yeterli yiyecek bulamayınca hörgüçlerindeki yağı kullanırlar. Hörgüçte depolanan yağ ırka ve beslenme koşullarına göre değişmekle birlikte iyi beslenen develerde 130 kg’ye kadar çıkabilir. İyi beslenmiş develerde yağla dolu olan hörgüç dik durur. Yağ azaldıkça daralır ve ucu bir yana doğru sarkar. Sanılanın tersine mide ve hörgüçlerinin su depolama özelliği yoktur. Ama susuzluğa günlerce dayanabilirler. Vücut sularını yavaş yitirir ve 10 dakikada yaklaşık 60 litre su içerek kaybettikleri ağırlığı yeniden kazanırlar.


== Dağılımı == (değiştirrrr) Tek ve çift hörgüçlü develer çok geniş bir alana dağılmış olduğundan bazı bölgelerde damızlık seçimine bağlı olarak yer yer birbirinden farklı özellikler gösteren çeşitli ırklar türemiştir. Yalnızca Afrika’da 20 kadar tek hörgüçlü deve ırkı bulunmaktadır. Çift hörgüçlülere uygulanan bakım ve besleme genellikle daha yetersiz olduğundan bunlar arasında tek hörgüçlülerde rastlanan Mehari, Hecin ve Bikanir gibi seçme sonucu elde edilen ırklara rastlanmaz. Bununla birlikte çift hörgüçlüler arasında Türkistan, Moğol ve Kalmık gibi birbirinden az çok farklı tipler ortaya çıkmıştır. İklim koşulları çok değişken ve kışları sert geçen Türkiye, Türkistan İran gibi ülkelerde ise iki tür arasında melezleme yapılmaktadır. Çok eskiden beri bu yöntemle melez azmanlarının oluştuğu ve melez azmanı döllerin gövde yapısı kemik sağlamlığı kas gelişmesi çevre koşullarına dayanıklılık ve iş verimi açısından söz konusu iki türe üstünlük gösterdiği anlaşılmıştır.

Türkiye’de deve

Türkiye’de tek ve çift hörgüçlü develerin melezlenmesi ile elde edilen en önemli melezlerden biri tüylü (ya da tülü) devedir. Bu hayvan Suriye çöllerinden gelen tek hörgüçlü Aneze ırkının dişisi ile Anadolu’da halk arasından Buhur denilen çift hörgüçlü devenin erkeğinin melezidir. Tüylü devenin erkeğine Besrek dişisine Maya denir. Soğuk bölgelerde kullanılan bu hayvanlar tek hörgüçlü ve uzun tüylüdür. Maya ile Çift hörgüçlü erkek devenin geriye melezlenmesinden elde edilen çift hörgüçlü Tavsi deve Besrek ile tek hörgüçlü dişi devenin geriye melezlenmesinden elde edilen ve özellikle Aydın ile Adana arasındaki Yörükler tarafından yetiştirilen kısa tüylü Teke devesi, dişi tekenin Buhur erkeği ile geriye melezlenmesinden elde edilen Kerteles devesi Maya ile tek hörgüçlü erkek devenin geriye melezlenmesinden elde edilen Yeğen devesi öbür önemli melezlerdir.


Eskiden Türkiye’de ulaştırma ve özellikle ordu hizmetinde kullanılan develerin işleri giderek azalmış 1937’de 120 bine yaklaşan deve sayısı 1980’de 12 bine 1984’te 3 bine kadar düşmüştür. Bugün develer özellikle yörükler arasında göç zamanı eşya taşımakta zeytincilik bölgelerinde ulaşımı güç yerlerde devşirilen ürünlerin taşınmasında Güney ve Doğu Anadolu’daki kurak ve yolu yetersiz bölgelerde yük hayvanı olarak kullanılmaktadır.


Devamını okuyun...>>

Su Aygırı Hakkında Bilgi

|

SU AYGIRI (Hippopotamus); Alm. Flusspferd, Nilpferd (n), Fr. Hippopotame (m), İng. Hippo.
Familyası: Suaygırıgiller (Hippopotamidae).
Yaşadığı yerler: Afrika’nın birçok sularında.
Özellikleri: İri gövdeli, koyu gri ve kahverengi derili bir memeli. 4 ton ağırlığa varanları vardır. Hem karada hem suda yaşar. Suya dalarken burun deliklerini kapatır. Bitkiyle beslenir.
Ömrü: 40 yıl kadar.
Çeşitleri: İki türü kalmıştır. Su aygırı (Hippopotamus amphibius), cüce su aygırı (Choeropsis liberiensis). Afrika’nın göl ve nehirlerinde yaşayan, çiftparmaklılar takımından, geviş getirmeyen iri gövdeli otçul bir memeli. Fıçıya benzer hantal vücûdunda bacaklar kısa, kafası kocamandır.

Ayakları dört parmaklıdır. Kulakları, gözleri gâyet küçük, kuyruğu kısadır. Kılsız kalın derisi yarım ton ağırlığındadır. Ömrünün çoğunu suda geçirir. Karada dinlenirken bir ton ağırlığa varan başlarını birbirinin sırtına koyarlar. Timsah sürülerinin arasında yüzmekten çekinmez.



Balinadan sonra en geniş ağızlı hayvandır. Bitki köklerini söküp kesmeye yarayan, keskin güçlü dişleri vardır. Alt çenesinde devamlı süren köpek dişlerinin uzunluğu 60 cm’yi bulur. Karada koşan bir insana yetişebilir. Suda gâyet rahat yüzer. Kulakları, gözleri ve burun delikleri başının üst kısmındadır. Su yüzeyinde yüzerken dışarda kaldıklarından rahat nefes alır, etrafı görüp, işitebilir. Suya daldığında burun delikleri kapanır. 10-30 dakika kadar su altında kalabilir. Dipte koşabilir. Öfkeli ve cesur bir hayvandır. Bâzan küçük bot ve kayıkları devirerek insanları parçalar. Yaşlıları yalnızlığı severse de, bâzan 6-15 bireylik gruplar meydana getirirler. Yabancı gruplarla erkekler şiddetle döğüşürler. Sudaki otları köklerinden sökerek beslendiğinden, nehirlerin bitkilerle tıkanmasını önler. Tabiatın âdeta canlı bir tarağıdır. Bâzı geceler bir su aygırı bir gecede 70 kg ot yer. Filden sonra en iri kara hayvanıdır. Kuraklığa karşı derisinden pembe renkli yağlı bir sıvı ifraz eder.

Halk arasında yanlış olarak kanlı terler döktüğü söylenir. Salgılanan bu madde aynı zamanda antiseptiktir. Yeryüzünde iki türü kalmıştır. Su aygırı(Nil su aygırı) ve cüce su aygırıdır. Su aygırı Güney Afrika’dan Sudan’a kadar olan bölgelerde yaşar. 4,5 metre uzunlukta ve 1800 kg ağırlıktadır. Bâzan 4 ton ağırlıkta olan bireylere de rastlanır. Kızdığında tehdit edici olarak esner.



Eşleşme devrelerinde erkekler ölüme yol açan şiddetli kavgalar yaparlar. Yılın her mevsiminde üreyebilir. 8 aylık bir gebelik sonucu genellikle karada 50 kg ağırlıkta bir yavru dünyâya getirir. Yavrular bir yıl kadar sütle beslenir. Suda annelerinin sırtına çıkarak yol alırlar. 8-10 yılda erginleşirler. Cüce su aygırının boyu 160 cm, ağırlığı 180 kg kadardır. Ağırlıkları 2 tona yaklaşanları da vardır.

Batı Afrika’da Fildişi sâhillerinde ve Sierra Leone bölgelerinde yaşarlar. Rengi grimsi siyahtır. Diğer türden başının yuvarlaklığı ile ayrılır. Gözleri de dışarı fırlak değildir. Genellikle yalnız veya bir çift hâlinde çoğunlukla karada yaşar. Gündüzleri Liberya’nın yağmur ormanlarında uyuklayarak dinlenir. Geceleri ise yaprak ve dökülmüş meyve yiyerek beslenir. Gebelik süresi 7 aydır. Doğumda yavrusu 4 kg ağırlıkta olur. Her iki tür de 40 yıl kadar yaşar. Afrikalılar etlerini ve yağlarını yerler. Dişlerinden gerdanlık, derisinden kalkan yaparlar. Su aygırlarının dişleri fildişi gibi işlenir. Sun’î diş yapımında kullanılır. Su aygırları, geceleri aralarında oynaşırken çıkardıkları böğürtülü sesleri çok uzaklardan duyulur.


Devamını okuyun...>>

Sırtlan Hakkında Bilgi

|

SIRTLAN (Hyaena); Alm. Hyäne (f), Fr. Hyène (f), İng. Hyena. Familyası: Sırtlangiller (Hyaenidae). Yaşadığı yerler: Eski Dünyâ’nın sıcak bölgelerinde. Özellikleri: Çoğunlukla leş yiyen, gececi memeliler. Kuvvetli dişleriyle en iri kemikleri bile öğütürler. Ömrü: 25 yıl kadar. Çeşitleri: Üç türü vardır: Çizgili sırtlan (H. hyaena), boz sırtlan (H.brunnea), benekli sırtlan (H.crocuta). Sırtlangiller familyasından, Avrupa, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan bel kemiği eğimli, çok güçlü çeneli etçil bir memeli. Gündüzleri toprak altı inlerinde veya mağaralarda barınır, gece ortaya çıkar. Çizgili sırtlan, boz sırtlan ve benekli sırtlan olmak üzere üç türü vardır. Sırtlanların başları iri, boyunları kalın, ön bacakları uzundur.


Çok güçlü, fakat ürkek hayvanlardır. Tehlike ânında ölü taklidi yapar, uygun anda kaçarlar. Leş yiyicilik ve oburlukları meşhurdur. Aslan, pars gibi yırtıcıların artık avlarını yer, mezar yağmacılığı da yaparlar. Benekli sırtlanın dışındakiler, yalnız dolaşmayı tercih ederler. Koku alma, görme ve işitme duyuları hassastır. Sırtlanlar sanıldığı gibi yalnız leşle beslenmez. Antilop, zebra ve çiftlik hayvanlarına da saldırırlar.

Ön ayakları uzun olduğundan sırtları kambur gibi görünür. İri kulaklı ve güçlü çeneli hayvanlardır. Sığırların kalça kemiklerini bile parçalayıp sindirirler. Dışkıları kemik parçacıkları ihtivâ ettiğinden zamanla fosilleşir. Hayvan leşlerini yiyerek tükettikleri için sıhhiye görevi yapar, şap hastalığının yayılmasını önlerler. Kolayca evcilleşebilirler. Kuyruk altı bezlerinden pis bir koku saldıkları için sevilmezler. Eski Mısırlılar tasma takarak köpek gibi yanlarında gezdirirlerdi.

Sırtlanların en irileri benekli sırtlandır. Saldırgan ve yağmacıdır. Çok aç olduğunda yaşlı aslan ve gergedanlara bile saldırmaktan çekinmez. Afrika’da Büyük Sahra’nın güneyinde hemen hemen her yerde rastlanır. Kestane renkli postu siyah beneklidir. Uzunluğu 1,5 metre, yüksekliği 90 cm ve ağırlığı 80 kg kadardır. Grup hâlinde avlanmayı severler. Av buldukları zaman kahkahaya benzer sesler çıkardıklarından bunlara “gülen sırtlan” da denir.


Hem erkek hem dişilerinin üreme organlarının dış görünüşleri birbirine benzediğinden uzun zaman çift eşeyli oldukları zannedildi. İç üreme organlarında yapılan incelemeler ise bunların tek eşeyli olduğunu ortaya koydu. Çizgili sırtlanlar, Kuzey Afrika ve Asya’da yaşar. Uzunlukları 105 cm, ağırlıkları 40 kg kadardır. Çoğunlukla leş yiyerek beslenirler. Benekli sırtlan Afrika’nın kumsal kıyılarında dolaşarak denizden gelen leşlerle beslenir. Her iki tür de yalnızlığı sever. Gebelik dönemleri üç ay kadardır. Çoğunlukla bir veya iki yavru doğururlar. Ömürleri genellikle 25 yıla ulaşır. Yurdumuzun güney bölgelerinde yalnız çizgili sırtlana rastlanır.


Devamını okuyun...>>

Yusufçuk Kuşu Hakkında Bilgi

|

Yusufçuk (Anisoptera), Odonata takımına ait, kanatlarını dinlenmeleri sırasında yanlara açık olarak yatay tutmalarıyla kızböceklerinden ayrılan bir alttakımdır. Büyük birleşik gözleri, güçlü saydam kanatları ve uzunca vücutlarıyla ile tanınırlar. Vücutları kuvvetli yapıda ve hiçbirzaman düz değildir. Hareketleri daha hızlı ve devamlıdır. Bağırsak solunumu yaparlar. Göller ve durgun sularda sıkça bulunurlar.
Yusufçuklar genelde sivrisinekler, tatarcıkları ve arılar, kelebekler gibi diğer küçük böcekler ile beslenirler. Çoğu zaman göllerin, akarsuların ve su birikintilerinin olduğu bölgelerde görülürler, çünkü "nemf" diye adlandırılan larvaları suda doğarlar. İnsanları normal şartlarda ısırmaz ya da sokmazlar fakat karınlarndan tutulduğu takdirde kurtulmak için ısırmayı denerler. Sivrisinekler gibi bazı zararlı canlıları yiyerek popülasyonlarını dengede tutmaları bakımından oldukça önemlidirler. Bu nedenle Kuzey Amerika'da bir çok yerde yusufçuklar "sivrisinek avcıları" olarak adlandırılırlar.

Bir yusufçuk böceğinin yumurtadan ölümüne yaşam süresi 6 ay ile 7 yıl arasında değişebilir. Dişi yusufçuklar yumurtalarını su kenarlarına ya da su içindeli bitkilerin üzerlerine yumurtlarlar ya da uçarken suya serpiştirir. Yumurtadan çıkan ve "nemf" adı verilen yavru yusufçuklar yaşamlarının büyük bir bölümünü su altında geçirirler ve solungaç bezneri organları ile soluk alırlar. Genelde omurgasız hayvanları ve zaman zaman da iribaşlar ile balık yavrularını yakalayarak beslenirler. Çok hızlı hareket yeteneğine sahiptirler. Avlarını yakalayabilmek için diğer canlılarda rastlanmayan organlara sahiptirler.
Yusufçuklar suda gelişimlerini bir yıl içinde tamamlar ve sudan çıkarak uygun bir yere tırmanırlar. Derilerinin sırtları boyunca yarılmasını beklerler ve bu işlemden sonra yarılan derinin içinden yetişkin yusufçuk çıkar. İlk anlarda küçük olan kanatları ve gövdeleri kısa sürede gelişir ve olması gereken boyutlarına ulaşır. Fakat renklerinin olması gereken parlaklık düzeyine ulaşması için saatler ya da günler geçmesi gerekebilir. Yetişkin yusufçuklar sadece uçarak avlanırlar, havadayken bir çok uçan zararlıyı yerler. Yarım saat içinde kendi ağırlıklarına eşit oranda besin tüketebilmeleri mümkündür.

özellikleri:
Yusufçuklar genelde güneşli havalarda uçmayı tercih ederler. Görme duyuları çok gelişmişdir. Birbirlerine birleşmiş olan petekgözleri yaklaşık 1000 ayrı "göz"den oluşur. Kanatları gövdelerinin üst kısımlarında bulunur ve genelde saydam iki çift kanatları olur. Bilinen 500 dolayında alt türü bulunur ve en çok tropik iklimde yaşarlar. Kimilerinin uçuş hızı saate 95 kilometreyi bulabilir.Ayrıca Yusufçuk böceklerinin dişileri çiftleştikten sonra erkek yusufçuk böeğinin kafası ile beslenir.Bu yüzden tüm erkek yusufçuk böcekleri sadece 1 defa çiftleşebilirler.Yusufçuk böceklerine Türkçede kız böceği, helikopter böceği de denildiği gibi gövdeleri ince olan türlere iğnecik de denir.

türleri:
Yusufçukların kuzey yarımkürede bulunabilen en yaygın kimi türleri şunlardır;

* Anax imperator
* Orthetrum coerulescens
* Orthetrum cancellatum
* Libellula lydia
* Aeshna mixta
* Aeshna caerulea
* Aeshna cyanea
* Aeshna isosceles
* Aeshna juncea
* Sympetrum fonscolombii
* Sympetrum striolatum
* Sympetrum vulgatum
* Sympetrum flaveolum
* Libellula depressa
* Libellula quadrimaculata
* Libellula fulva
* Anax junius
* Cordulia aenea
* Aeshna multicolor
* Orthemis ferruginea
* Libellula luctuosa
* Erythemis vesiculosa
* Anax longipes
* Celithemis fasciata

Uçuş makinaları Yusufçuklar
Yusufçuk böceğini su bulunan pek çok yerde görmek mümkündür. Eğer bu böceği tanıyorsanız ne kadar hızlı hareket ettiğine, çok ani manevralar yapabildiğine de şahit olmuşsunuzdur. Bilmeyenler için yusufçuğu size biraz tanıtalım.
Yusufçukların dış görünüşleri bir helikoptere benzer. Bu böcek hangi hızda ve hangi yönde hareket ediyor olursa olsun, aniden durup ters yönde uçmaya başlayabilecek kadar kusursuz bir uçuş yeteneğine sahiptir. Öyle ki avına saldırmak için havada sabit durabilir ve uygun bir pozisyonda bekleyebilir. Bunu çok hızlı çırptığı kanatları sayesinde başarır. Ayrıca bu durumda iken olduğu yerde kıvrak bir dönüş yaparak avına yönelebilir. Bunlar yusufçuğun, günümüzün gelişmiş teknolojisinin ürünü olan helikopterlere ilham kaynağı olan manevra kabiliyetlerinden yalnızca birkaçıdır.
Yusufçuğun vücudu, ****lle kaplanmış izlenimi veren halkalı bir yapıya sahiptir. Buz mavisinden bordoya kadar çeşitli renklere sahip olabilen yusufçuğun sırtında, biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çift kanat vardır. Yusufçuk uçarken, bu kanatlardan öndeki iki kanat yükselirken arkadaki iki kanat alçalır.
Yusufçuğun bu kanat şekli örnek alınarak ve günümüz teknolojisi kullanılarak Skorsky adı verilen helikopterler üretilmiştir. Önce yusufçuğun resmi bir bilgisayara yüklenmiştir. Bilgisayarda, yusufçuğun havadaki manevraları göz önüne alınarak 2000 tane özel çizim yapılmıştır. Çalışma sonunda Skorsky'nin asker ve malzeme taşımak için ürettiği çok dayanıklı ve hareket kabiliyeti çok yüksek olan yeni modeli ortaya çıkmıştır.
Yusufçuğun gözlerine dikkat ettiniz mi? Çok yüksek hızlarda uçarken ani manevralar yapabilen yusufçuğun görme yeteneği de kusursuzdur. Yusufçuğun gözü, bilim adamlarınca dünyanın en iyi böcek gözü olarak kabul edilir. Böcek her birinde 30.000 kadar ayrı mercek bulunan bir çift göze sahiptir. İki yarım küreye benzeyen ve başının yarısı kadar yer kaplayan bu gözler, böceğe çok geniş bir görüş sahası sağlar. Yusufçuk, gözleri sayesinde neredeyse arkasında olup bitenleri bile görebilir.
Bunlar yusufçuğun özelliklerinden yalnızca birkaç tanesidir ve burada çok kısaca anlatılmaktadır. Peki bu özelliklerden herhangi biri mesela yusufçuğun özel kanatları olmasa bu böcek ani manevralar yapıp avını yakalayabilir miydi? Ya her yönü görmesini sağlayan gözleri olmasa düşmanlarından kaçmayı başarabilir miydi?
Yusufçuktaki sistemlerin herhangi birindeki küçük bir eksiklik, diğer sistemlerin işe yaramamasına yol açacaktır. Ancak yusufçuk bütün özellikleri ile eksiksiz olarak yaratılmıştır. Allah diğer canlıları olduğu gibi yusufçukları da kusursuzca yaratmıştır ve bu sayede canlı, yaşamını rahatlıkla sürdürmektedir.


Devamını okuyun...>>

Tenya Hakkında Bilgi

|

Tenya Hakkında Bilgi: Alm. Bandwürm (m), Fr. Ténia (m), İng. Tapeworm.

Familyası: Tenyagiller (Taeniidae).

Yaşadığı yerler: Erginleri insanın ve omurgalı hayvanların barsaklarında parazit olarak yaşar.

Özellikleri: Vücutları, “skoleks” adı verilen kısa boyunlu bir başla buna eklenmiş çok sayıda “proglotis” denen halkalardan meydana gelmiştir. Başlarında, konağa tutunmaya yarayan vantuzlar ve çengeller bulunur.

Çeşitleri: Birçok çeşidi vardır. Meşhurları sığır tenyası (Taenid saginata), domuz tenyası (Taenia solium) ve köpek tenyası (Taenia echinococcus)dır. Helmintlerin (solucanlar) plat-helmintler (yassı solucanlar) bölümünün sestodlar şûbesinden olan yassı, şerit biçimindeki cinsine verilen ad. Şerit olarak da bilinir.

Sığır tenyası: Sığır şeridi, silâhsız şerit, abdest bozan da denir. Boyu çok uzundur. Ortalama 5-10 metreyse de 15 hattâ 25 metre kadar olanları da görülmüştür. Eni 2-7 mm olan vücûdunda ortalama 1500 kadar krem renkli halka (proglotist) bulunur. Yetişkinlerin başında rostellum (yuvarlak disk) ve çengelleri yoktur. Bundan dolayı silâhsız şerit denmiştir. Başında dört yuvarlak çekmen vardır. Bunlarla barsağa tutunur. Bir halkada hem dişi, hem de erkek üreme organı bulunur (Çift eşeyli).


Gebe halkalarda rahim, yumurtalarla doludur. Bütün halkayı kaplar. Yumurtalar, yumurtlama deliği olmadığından ancak halkaların parçalanmasıyla dışarı çıkabilirler. Gebe halkalar dışkılama sırasında dışkıyla, bâzan da kendiliğinden makattan çıkar. Yumurtası yuvarlak 35 mikron çapındadır. Dış kısmında kahverengi, çizgili bir örtü vardır. Yumurta içinde altı çengelli embriyon bulunur. İnsan barsağında genellikle bir tek sığır tenyası yaşar ve ömrü 18 yıl hattâ daha uzun olabilir. Besinini bulunduğu vücut ortamından sağlar. Son konak olan insanın ince barsağında yaşayan sığır tenyasının dışkıyla çıkarılan halkalarının dış vasatta parçalanmasıyla serbest kalan yumurtalar nemli toprakta iki ay kadar yaşayabilirler.

Bunları yiyeceklerle alan veya suyla içen sığırlarda yumurtadan çıkan embriyon (onkosfer) barsak duvarına yapışır. Buradan büyük ve küçük kan dolaşımıyla çiğneme kasları, kalp, omuz, dil kasları gibi çizgili kaslara giderek yerleşir. İki ay içinde kurtçuk hâli (sistiserkus bovis) meydana gelir. Bu 10 mm boyunda, oval, beyaz ve ufak bir kesedir, ara konak vücudunda, dokuz ay kadar canlı kalabilir. Bu etleri pişirmeden yiyen insanlarda mîde suyu ve safra tesiriyle içerdeki baş dışa döner, barsağa yapışır ve boyun kısmından halkalar teşekkül etmeye başlar. Üç aylık kuluçka dönemi sonunda hastalık belirtileri meydana çıkabilir.

Hastalığın belirtileri: Şerit, ince barsağın mukozasını (iç duvarını) zedeler, insan hayâtının idâmesi için gerekli besin maddelerine ortak olur. Hastada açlık ağrıları meydana gelir. İştah bozukluğu, bulantı, kusma, ishal veya peklik şeklinde barsak bozukluğu görülebilir. Barsak pasajında tıkama yapabilir. Salgıladığı zehirli maddelerin tesiriyle toksemi belirtileri meydana gelebilir. Anemi (kansızlık) görülebilir. Bâzı mukavim insanlarda halkaların zamanlı-zamansız düşürülmesi dışında şikâyet olmayabilir. Halkalar, çok nâdiren akut apandisite sebep olabilirler. Bâzan sara veya histeriye benzer nöbetler meydana getirebilir.

Teşhis: Dışkıda halka ve yumurtaların görülmesiyle konur. Halkalar hareketlidir. Karaciğer kelebeği ve domuz tenyasıyla karışır. Bunun için husûsi usullerle halkanın iyice incelenmesi ayırım yapmak için yeterlidir.

Tedâvi: Diklorofen (dichlorophen), niklosamid (niclosamide), akranil (acranil), aterbrin ve paramomisin (paramomycin) eş tesirli sığır tenyası ilâçlarıdır. Bunlar verilmeden bir önceki gün hasta sulu, hafif yemekler yer ve gece tuzlu bir müshil içer. Ertesi sabah ilâç alındıktan iki saat sonra yine aynı müshil verilir. Diklorofen veya niklosamid alan hastaya müshil verilmesi mecburi değildir.

Diklorofen, yemeklerden önce günde üç defâ erişkinlere üçer, 15 yaşından küçüklere ikişer ve beş yaşından küçüklere birer gram olarak ağızdan verilir. Niklosomid verilecek hasta bir önceki akşam yemeğinde sulu yiyecekler yer. İlâç, sabah suyla veya çiğnenerek alınır. Bir defâda verilmek üzere erişkinlere 0,5 gramlık tabletlerden dört, 2-8 yaşındakilere iki, daha küçüklere bir tabletlik doz uygulanır. Yurdumuzda her bölgede, fakat en fazla Güneydoğu veOrta Anadolu bölgelerinin sığırlarında ve özellikle yaz aylarında sistiserkus (embriyonlu yumurta) bulunur.

Korunma: Bu hastalar tedâvi edilmeli, toplum hastalıkla ilgili olarak eğitilmelidir. İnsan dışkısının çevreye dağılmasına, gübre olarak kullanılmasına mâni olarak, tedbirler almalıdır. Sığır eti iyice pişirilmeli, çiğ köfteden kaçınılmalıdır. Yurdumuzda şartlara uyularak hazırlanan sucuk ve pastırmalarda canlı yumurta kalması ihtimali yoktur. Uygunsuz şartlarda hazırlanan sucuk ve pastırmalar tenya için tam bir besi yeri özelliğini taşır.



Domuz tenyası: Domuz şeridi, silâhlı şerit de denir. Bunun hastalık yaptığı çok eski zamandan beri bilinmektedir. Bu şeridin hem erişkin şekli, hem de kurtçuğu insanda hastalık yapabilir. 2-5 metre boyunda olup sığır tenyasından daha kısadır. Baş kısmında dört çekmeni ve ayrıca bir tutunma yeri (rostellumu) üzerinde çengelleri vardır. Bu sebeple “silâhlı şerit” diye isimlendirilmiştir. Halka sayısı bin kadardır. Halkaları kare şeklindedir.

Gebe halkalar uzundur. Rahim yan dalları azdır (Sığır tenyasında 15-30’ar tâne). Yumurtası, sığır tenasından ayırt edilemez. Domuz şeridi, insan barsak mukozasına yapışmış olarak ve buradaki besinlerden faydalanarak insan vücûdunda 25 yıl yaşayabilir. Gelişimi sığır tenyasına benzer. Fakat bunda ara konak domuzdur. İnsana kurtçuk taşıyan domuz etinin yenilmesiyle bulaşır. Barsakta, kesesi içine dönük olan başını dışarı çıkararak mukozaya tutunur. İki ayda erişkin hâle geçer.

Hastalık ve belirtileri: Şiddetli karın ağrıları, açlık veya iştahsızlık, aralıklı olarak ishal veya kabızlık ve sinir sistemine âit belirtiler görülebilir. İnsan barsağında tıkanma yapabilir. Bâzı hastalarda artık ürünlerin tesiriyle zehirlenme belirtileri meydana getirebilir. Nâdiren, barsak delinmeleri bildirilmiştir. Kanda akyuvarlarda yükselme, kan yaymasındaki eozinofil artışı görülür. Bâzan barsakta 25 yıl kadar belirti vermeden yaşayabilir.

Böyle bir durumda tehlike, barsaktaki şeridin yumurtalarının yutulması sonucunda “sistiserkus sellükoza” denen özel kurtçuğunun meydana gelmesidir. Bu kurtçuk vücûdun herhangi bir yerine yerleşebilir. Deri altı dokusu, beyin, göz boşluğu, kaslar, kalp, akciğer en sık tutulan organlardır. Kesenin altında iltihap olur ve sonra kapsül gelişir. Bu durumlarda yerleştiği organa göre belirti verir. Beyindeki yerleşim tehlikelidir. Beyin karıncığına doğru salkım şeklinde büyür. Baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, düşünce bulanıklığı, rûhî bozukluklar nöbetleri yapar. Barsak dışı organlarda yaptığı bu hastalığa “sistiserkoz” denir.

Teşhisi: Dışkıda halkaların görülmesiyle konur. Sığır tenyasından ayırt edilmesi ancak halkaların incelenmesiyle mümkündür.

Tedâvi: Sığır tenyasındaki gibidir. Sistiserkoz vak’alarında tedâvi, mümkünse cerrah tarafından kesenin çıkarılmasıdır. Bu şerit domuz eti yemeyen Müslüman ülkelerde görülmez. Yurdumuzda Gökçeada’da yaşayanlarda erişkin şekli, bu bölgelerdeki domuzlarda kurtçuk şekli tespit edilmiştir. Korunmanın esâsı domuz eti yememektir. Barsak cidârına çengelleriyle sıkıca tutunduğundan tedâviye, sığır tenyasına nazaran daha dirençlidir.

Köpek tenyası: Aslında tenya cinsinin değil, ekino-kokkus cinsinin bir üyesi olarak tasnif edilmiştir. Ancak umûmi mânâda sestotlar (yassı solucanlar) grubundandır. Erişkin şekli köpeklerin, bâzan da kurt ve çakalların ince barsağında yaşar (Ana konaklar). İnsanda kist hidatik diye isimlendirilen hastalığın âmilidir (Bkz. Kistler). Çok ufaktır. boyu 2-9 mm, eni 0,5 mm’dir. Küçük olan başında dört çekmeni ve rostellum denen halka gibi yapısında iki sıra hâlinde otuz veya daha fazla çengeli vardır. Dar, uzunca bir boyun kısmından sonra umûmiyetle üç, nâdiren dört tâne halka bulunur.

Birinci halka gelişmemiştir, ikinci halkada üreme organları bulunur, sonuncu halka “gebe halka”dır. Yumurtaları diğer şeritlerinkine benzer. Parazit, ana konakta zarar vermeden yaşar. Köpeğin dışkısıyla atılan yumurtalar ara konak (insan ve koyun) tarafından alınınca oniki parmak barsağında embriyon yumurtadan ayrılır, kan dolaşımına geçer. Sıklık sırasına göre karaciğer (özellikle sağ lobda ve % 70) akciğerler (% 10), beyin böbrekler, kemikler, omurilik, kalp ve diğer organda yerleşir. Kisti bâzan bebek başı büyüklüğüne ulaşır. Ölüme sebep olabilir.


Devamını okuyun...>>

Anadolu Leoparı Hakkında Bilgi

|

Anadolu leoparı (Panthera pardus tulliana), leopar alt türündeki büyük kedilerin Anadolu’daki nesli tükenmeden önce son temsilcilerindendi.

Özellikleri

Boyu 200-250 cm, ağırlığı dişilerde 35-50 kg, erkeklerde 45-70 kg civarındadır. Yaklaşık ömrü 20 yıldı. Çok çevik olan Anadolu parsı, etoburdur ve geyik, yaban keçisi, yaban domuzu, küçük memeliler ile kuşlar gibi birçok hayvan avını oluşturur. Anadolu parsı Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha çok ormanlık ve dağlık alanlarda yaşamıştır. Doğal yaşam alanları ve av kaynaklarının azalması leoparları insanların yaşadığı yerlere yönlendirmiş ve bu da genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldürülmelerine yol açmıştır.


Anadolu leoparı ile ilgili son resmi kayıt 17 Ocak 1974 tarihinde Beypazarı ilçesinin 5 km batısında bulunan Bağözü köyünden bir kadına saldırması sonrasında vurularak öldürülmesi nedeniyle gerçekleşti. 2001 yılında Doğu Akdeniz bölgesi Dandi mevkiinde ve Doğu Karadeniz bölgesi Müsikli deresinde, 2004 yılında da Doğu Karadeniz bölgesi Pokut Yaylası'nda görüldüğü iddia edilmiştir. Ancak bu alt türün doğal yaşam alanları bilindiğinden bu kaydın bilimsel değeri yoktur ve muhtemelen bir vaşak ile ilgili olan bu gözlemi, Anadolu lepoarı olarak lanse etmek muhtmelen sadece "iyi niyetli" bir spekülasyondan ibarettir.


Ayrıca 2006 yılında Mersin'deki kayacı vadisi ormanlık alanında kameralar tarafından bir anadolu parsı tespit edildiği iddia edilmiş, ancak bu görüntüler de kamuoyu ile paylaşılmamıştır.


Tüm bu iddiaların doğa koruma örgütlerince bu türe yönelik kamuoyu ilgisini maddi desteğe tahvil etmek için kurgulandığı iddiası da, farklı çevrelerce dile getirilmektedir.


20. yüzyılın sonlarını görebilmiş son bir kaç bireyin, soylarını devam ettirebilecek gen havuzuna sahip olmadıkları ve 21. yüzyıla ulaşamadıkları kesinleşmiş gibidir. Doğu toroslarda kalmış olabileceği varasayılan son 10-11 bireyle ilgili herhangi bir iz bulunamamıştır.


Anadolu leoparının varlığını kanıtlamak için doğa gönüllülerinin çabaları aralıksız sürmektedir. Resmi olmayan kayıtlara göre Mersin çevresi en son görüldüğü yerlerdir. Ayrıca Dilek Yarımadası Milli Parkı Anadolu leoparını milli park içinde korunan hayvanlar arasında göstermektedir.Bazı bilim adamları Anadolu leoparının hala varlığını sürdürdüğünü ama gelecek için yeterli popülasyonunun olmadığını söylemektedirler.

Anadolu leoparı'nın anısı için basılan gümüş lira


Dokümanlar


17 Ocak 1974'te Beypazarı'nda öldürülen Anadolu parsıyla ilgili Hürriyet gazetesi haberi, o dönemde kamuoyunun bu canlılara bakış açısını da yansıtıyordu. (22 Ocak 1974)


Anadolu leoparına ilk bilimsel ismi olan Fellis tulianayı Fransız Zoolog M.A.Valenciennes 1856 yılında vermiştir. Valenciennes'e bu ismi panter ile ilgili ilk tarihi kayıtları biraraya getiren Romalı Macus Tullius Cicero'ya atıfla vermiştir.


Dr. Hans Kumerloeve Türk Biologi Dergisinin 1956 tarihli, 6. cildi, 4.sayısında Anadolu leoparı ile ilgili bilimsel makalesi bu canlı hakkında değerli bilgiler vermektedir.


Tür büyük olasılıkla aşırı avlanma sonucu yok olmuştur. Mantolu Hasan adındaki yerel avcının tek başına en az 15 tane Anadolu leoparını vurduğu bilinmektedir.


Anadolu leoparının Türkiye sınırları dahilinde herhangi bir şekilde avlanması, 22000 YTL para cezasından başlayan yaptırımların yolunu açmaktadır.


Devamını okuyun...>>

Lahit Nedir ?

| 14 Mayıs 2009 Perşembe

Lahit : Tahta, taş (mermer), kurıun ya da pişmiş topraktan yapılan, içine ölünün yerleştirildiği özel sanduka.
Lahit zenginlerin öldügünde konuldugu ve ölmeden kendilerinin bizzat ilgilenerek yaptırdıgı bir sonraki hayatlarında tekrar asil olarak dünyaya gelecekleri bir uzun bir uyuma yeridir.


Devamını okuyun...>>